Hakkımda

Fotoğrafım
ben susarken konuşan parmak uçlarım..

27 Aralık 2010 Pazartesi

mini mini mimler :)

sevgil funda tarafından ebelenmişim.. bilmezsiniz beni, böyle şeyler üstüme yapışsın istemem..gerçi yazmıştım batıl inançlar ve bilim ehli kadınlar..kim mi elbette o benim :o)

ve cevaplarım fundacım..

1.Yeni Yıla Nasıl ve Kimlerle Girmek İstiyorsunuz ?
o "an"yanımda kimlerin olduğunun hiç önemi yok desem..  ama yeni yılda kimler olsun..bak işte onu  biliyorum..elinde saplayacak bıçakla gezmeyen şeffaf insanlar kalsın gerisi doğal seleksiyona uğrasın istiyorum :)

2.Yeni Yıldan Beklentileriniz Nelerdir ?
her yıl yaptığı saçmalıklara bi son versin istiyorum yeni yıl..artık biraz büyüsün aklını başına alsın..saçma sapan çocukça oyunlardan vazgeçsin de adam gibi dursun karşımda istiyorum..her sene yeni bi numara yeni bi mevzu..sürekli şaşırmaktan yoruldum ya..bi dursun, durulsun isitiyorum :) 

3.Yeni Yıl Sence Ne Demek ?
öncesinde kucak dolusu umut, tam da bu günkü gibi sonlarında bir o kadar hayal kırıklığı demek ;) 

4.Yeni Yılda Ne Olursa Çok Mutlu Olursun ?
uzun zamandır farkında olduğum bişi var..hep olmasını umut ettiğim şeyler gerçekleştiğinde o zamana kadar yani onu elde edene kadar (burdan yanlış yorumlara kapılmayalım..işimle ilgili detaylar burda kastettiklerim, kişi ile değil ;) ) öyle yıpranıyorum ki..sonunda bu mudur yani diyorum..değdi mi tüm bu çektiğim eziyete..işte bu olmazsa bişide hop die kucağıma düşüverirse ben öyle bedavadan mutlu olabilirsem..işte o zaman çok mutlu olcam..ayarlayabilirmisin :o)

5.Yeni Yıla Dair Mesajın Nedir ? 
en miss universe mesajları yazıp; dünya barışı, yunuslar, küresel ısınma falan demek ve şöyle en inci beyazı gülümseyip saçlarımı savurup kırıtarak ışıltılı ışıltılı gitmek  isterdim ama..ufak tefek hayallerim var benim yaa..ama  çocukluğumdan beri bitmek bilmeyeni paylaşayım istersen..çikolatadan bir habitatım olsun isterim..yani şu oturduğum masamın lezzetli bir köşesini kırıp ağzıma atıversem üstüne de bir yudum kahve..fena mı olurdu anacım  :o)

mimin şanından anladığım kadarı mimlemek..crazywomenrosemay..elim sende ;)

kenimi ispiyonlamak istiyorum :)


sevgili blogcan, 

kendimi sana şikayet etmek istiyorum, dün D&R da "Tanrılar Okulu" nun on küsürüncü baskısını görünce kendimden utandım, elimde kitap kalakaldım. elimde yaklaşık 10 gündür okuduğum 4. baskısı var çünkü..alalı kaç yıl oldu bilmem ama elim varmadı, öyle kaldı durdu kütüphanemde, yüreğime ağır geldi her defasında. ama şimdi öyle bir yol alıyorumki inanılmaz. kapağını açtığımda başka, kapadığımda başka bir ben oluyor..galiba bu arada dünyaya bişiler oluyor ;)

ah blogcan ah..ne diyim kendime bilmiyorum..tek kurtuluşum kitabın da herşey gibi zamanını beklediği...

25 Aralık 2010 Cumartesi

Öğrendik ki... Hayat şartları bizi ne kadar ciddi görünmeye zorlasa da hepimiz çılgınlıklarımızı paylaşacak birini arıyoruz...

Öğrendik ki... Bazen tek ihtiyacımız olan bir el ve bizi anlayacak bir yürektir...

cy.

istifa ediyorum..


Bu belge ile resmi olarak yetişkinlikten istifa ettiğimi bildiririm:)
Tekrar çocukluğumun tüm sorumluluklarını kabul etmeye hazırım.





Yağmur sonrası çamurlu sularda tahta parçası yüzdürmek, kayalarda yürümek istiyorum.
Şekerlemelerin, dondurmanın paradan daha iyi olduğunu
çünkü daha tatlı ve yenilebilir olduğunu düşünmek istiyorum...
En üstteki erik için kollarımı çize çize ağaca tırmanmak istiyorum :)
Sıcak bir yaz gününde bir meşe ağacının gölgesinde oturup arkadaşlarımla limonata satmak istiyorum.





Hayatın daha basit olduğu zamana dönmek istiyorum.
Bütün bildiğin, renkler, çarpım tablosu ve masallar ama bu kadar az bilmek seni rahatsız etmiyor
çünkü ne bilmediğini bilmiyorsun ve umurunda da değil:)
Bildiğin tek şey mutlu olmak,
çünkü seni üzecek veya kızdıracak şeylerden tamamen bihabersin.
Dünyanın adil olduğunu, herkesin iyi ve dürüst olduğunu düşünmek istiyorum.




Her şeyin mümkün olduğuna inanmak istiyorum.
Yaşamın karmaşıklığını unutup, yeniden küçük şeylerden fazlasıyla heyecanlanmak, zevk almak istiyorum.
Tekrar basit yaşamak istiyorum.
Günümün, bilgisayar arızaları, kağıt yığınları, üzücü haberler,kredi taksitleri, doktor randevuları, hastalık ve sevdiklerin kaybedilmesinden ibaret olmasını istemiyorum.





 
Aşkın yalan olduğunu bilmek dahi istemiyorum. :)
Gülümseme, kucaklaşma, tatlı bir söz, doğruluk, adalet, barış, rüyalar, hayaller,
masallar ve kardan adam yapmanın gücüne inanmak istiyorum.
İşte,,, çek defterim, kredi kartlarım,gelir belgelerim...
Resmi olarak yetişkinlikten istifa ediyorum.



Eğer bu konuda benimle daha fazla konuşmak istiyorsanız,
önceeee  beni yakalamanız gerekiiir,
 çünküüüü;
 Ebeee, elim sizdeeeee  :))))

23 Aralık 2010 Perşembe

L A F A N İ N O: *DEV ŞİRMELERDEYİM..!

L A F A N İ N O: *DEV ŞİRMELERDEYİM..!

sevgili rose..zaten yeni öğreniyordum herşeyi bi de ghost falan..alcaan olsun :) umarım becerebiliyorumdur :S

bu son paylaştığın yazı. sık sık gelip okursam kızmazsın dimi ? istatistiklerini saptırmak istememde ;)

ama hayata dair gerçekten de önem verdiğim birşey bu söylediklerin..tamam yeniler ister istemez çekiyor ama yine de insan kendini oluşturan temel değerleri ve insanları unutmamalı diyenlerdenim ben de..mesafelerle yada zamanla savrulsak da birbirimizden, bende kıymet verip tutunanlardanım sevdiklerine..

kahveni koydum soğutmadan gel ;) iki lafın belini kırarız :)


Duy şikayet etmede her an bu ney,
Anlatır, hep ayrılıklardan bu ney.

Der ki feryadım kamışlıktan gelir.
Duysa her kim, gözlerinden kan gelir.

Ayrılıktan parçalanmış, bir yürek,
İsterim ben, derdimi dökmem gerek

Kim ki aslından ayırmış canını,
Öyle bekler, öyle vuslat anını.

Ağladım her yerde hep ah eyledim.
Gördüğüm her kul için ‘dostum’ dedim.

Herkesin zannında dost oldum ama,
Kimse talip olmadı esrarıma.

Hiç değil feryadıma sırrım uzak,
Nerede bir göz, nerede bir can kulak!

Aynadır ten can için, can ten için.
Lakin olmaz can gözü her kimsenin.

Ney sesi  tekmil, hava oldu ateş,
Hem yok olsun kimde yoksa bu ateş.

Aşk ateş olmuş dökülmüştür neye,
Cezbesi aşkın karışmıştır meye.

Yerden ayrı dostu ney, dost kıldı hem.
Perdesinden perdemiz yırtıldı hem.

Kanlı yoldan ney sunar hep arzuhal,
Hem verir mecnunun aşkından misal.

Ney zehir, hem panzehir ah nerede var?
Böyle bir dost, böyle bir özlem var!

Sırrı bu aklın, bilinmez akıl ile,
Tek kulaktır müşteri, ancak dile.

Gam dolu günler, zaman hep aynı hal.
Gün tamam oldu yalan yanlış hayal!

Gün geçer, yok korkumuz her şey masal.
Ey temizlik örneği sen gitme kal.

Kanar her şey tek balık kanmaz sudan.
Gün uzar, rızkın eğer bulmazsa can.

Olgunun halinden anlar mı ham?
Söz uzar kesmek gerektir ve’s-Selam.

hamuş

kendi derdimdeyim. genellikle parçalı bulutlu ara sıra sağnak yağışlıyım..anlayacağınız bu gün pekde iyi sayılmam..günlük hayatımı idare eden "asistanım"ın dışında ben, kendime yaklaşmanın  şu kanayan yeri durdurmanın derdindeyim..
 
tüm o karmaşada huzura en yakın durduğum, dingin limanlarımdan biri mesnevi..senelerdir bildiğim, ama ağırlığı altında ezileceğimi düşündüğümden önyargı ile elimin okumaya varmadığı..belliki bu zamanı bekleyen mesnevi..aslında müşfik bir hoca olmanın yanı sıra sadık bir dost da olan mesnevi..sanırım o olan herşeyin bir kitap olarak yazılmış hallerinden biri..komidinin üzerinde dururken görmek bile iyi geliyor bana, geceleri bi kaç sayfa okumanın dışında..ama online olarak hemen her gün okuyorum (meraklısına buradan )...
 
ve yukarda paylaştığım beyitleri, ilk onsekizi..ne zaman bir insan tarafından yaralansam beni iyileştiren  o ilk onsekizi..

22 Aralık 2010 Çarşamba

ıı..ııı..ııııı..ıı..ı.ııııı..ı..(bu ne mi..tabiki şarkıyı söylüyorum içimden :))


sabah kendimi de almış yanıma,
sohbet ederek
sisli havada yürürken..
geçmişten gelen nakaratı dilime dolandı birden..
ne severdim, unutmuşum..
adımlarımı ritmine uydurdum..

Bilim Ehli Kadinlar ve Batil İnanclar



"Kimsenin elinden bıçak almam. Gece tırnak kesmem. Nazar boncuklarına arkamı dönerek oturmam. Börek için açılmış hamur kapatılırken içine soluğum kaçmasın diye nefesimi tutarım. Eşiklere basmam. Tuz çevirir, çörekotu serpiştirir, ters dönmüş ekmekleri düzeltir, cin demeden evvel dilimi ısırır, avucum kaşınınca daire biçiminde kaşırım, daireyi tamamlamak için..." 

Sabah hayli erken saatte başladı konferans. Akşama kadar sürecek. Ne de olsa mevzular derin, konuşmacılar cevval. Önüm arkam sağım solum tayyörlü kadınlar, takım kravat erkekler. Arada benim gibi kıyafet sapkınları olsa da tek tük, çoğunluk nezih akademisyen kılığında. Kahve molası olur olmaz devasa termosların önünde alıyoruz soluğu. Yanımda bitiveren kadın kendini tanıtıyor. Siyaset bilimci- 20. yüzyıl Balkan milliyetçiliği uzmanı-yardımcı profesör-şık giyimli-uzun ünvanlı-katı çehreli kadın ile sohbete başlıyoruz. Ortak ilgi alanlarımız ortaya çıktıkça açılıyor, yazmakta olduğu makalenin ana hatlarını anlatıyor bana. Yüzlerimiz durgun, üzerimizde ciddi mi ciddi bir eda, konuştuğumuz konuların ağırlığıyla ağırlaşmışız biz de. Ta ki sohbetdaşım öne doğru bir hamlede bulunup kahvenin yanında ikram edilen küçük pastalardan alabileyim diye masada dizili çatal-bıçak takımından bana bir adet uzatana kadar. Şimdi bu sahneyi durdurmak lazım. Çünkü normalde en fazla üç saniye sürecek bir sahne bu, oysa on-on beş-yirmi saniye sonra dahi hala geçebilmiş değil. Nezih, ciddi, her şeyi çözmüş, tıkır tıkır işleyen beyinlerle dolu bir salonda akademisyen bir kadınla bilimsel mevzular konuşurken ben birdenbire donakalıyorum. Kadın elinde çatal bıçak almamı bekliyor. Aklınca nezaket gösterip pasta ikramında bulunacak. Yutkunup gülümsüyorum. "Rica etsem çatalı verip bıçağı masanın üzerine koyar mısınız?" Anlamadığı için tekrar etmem gerekiyor. Başka şekilde deniyorum. "Rica etsem çatalı da bıçağı da siz masaya koyun ben ordan kendim alırım." Robot gibi şaşkın hareketlerle yerine getiriyor söylediklerimi. Ben de uzanıp masanın üzerinden alıyorum kendi çatalımı bıçağımı. Kaldığımız yerden sohbete devam etmeyi deneyeceğim ama anlıyorum ki kadının aklı karışmış açıklama bekliyor. "Şey... ben kimsenin elinden bıçak almam da. Aramız bozulmasın diye!" Ağır ağır başını sallıyor. Beni şu anda şimdi ilk defa görmüş gibi dikkatle, merakla inceliyor bir yandan. Oldu olacak sakınmadan konuşayım bari. "Kimsenin elinden bıçak almam. Gece tırnak kesmem. Nazar boncuklarına arkamı dönerek oturmam. Börek için açılmış hamur kapatılırken içine soluğum kaçmasın diye nefesimi tutarım. Eşiklere basmam. Tuz çevirir, çörekotu serpiştirir, ters dönmüş ekmekleri düzeltir, cin demeden evvel dilimi ısırır, avucum kaşınınca daire biçiminde kaşır, daireyi tamamlamak için..." Ben konuştukça kadının yüzündeki dehşet büyüyor. Zoraki bir tebessümle "İlginç, ne kadar ilginç," demekle yetiniyor. Sonra o abuk lafı ekliyor sözlerine: "kültürel öğretiler!" Sesi soğuk olmasa bile kuru, bakışları kötü olmasa bile mesafeli, her şeyi analiz etmeye alışmış beyni bunu da analiz edip koydu bir kenara. Neyse ki kahve molası bitiyor çok geçmeden. Ciddi-akademik-kadını batıl inançlar listemi dinlemekten, beni de onun yüzündeki dehşeti seyretmekten kurtarıyor zaman. Takım kravat erkekler, tayyörlü kadınlar güruhuna katılarak konferans salonuna dönüyoruz yeniden. 

İkinci oturumu ciddi-akademik-kadın yönetiyor. Otoriter bir öksürükle boğazını temizledikten sonra konuşmacıları tanıtıp, kuramsal bir giriş yapıyor. Masada dört konuşmacı var, sırayla söz veriyor her birine. O kadar dakik ki zaman ölçümünde, on dakika dolar dolmaz konuşmacının lafını kesip hemen ötekine veriyor sözü. Nihayet sıra dördüncü konuşmacıya geliyor. Yaşça ötekilerden hayli büyük uluslararası ilişkiler uzmanı lafa başlamadan salona dönüp göz kırpıyor: "Oturum başkanımız pek otoriter! Aman süremi aşmayayım. Şeytan kulağına kurşun." Tak tak tak. Konuşmacı kulak memesini çekip tak tak masaya vuruyor. Ciddi-akademik-kadın ın sırtı cetvelle çizilmiş gibi dikleşiyor, delilerle çevrili bir dünyada yaşadığına karar vermiş gibi kaskatı, gergin, tetikte. Ne gariptir ki onbeş dakika sonra dahi, dördüncü konuşmacı süresini çoktan aştığı halde diğerlerine yaptığı gibi ona da müdahale etmeye yeltenmiyor. Ben bu işte batıl bir kuvvet olduğuna emin dinliyorum mütebessim. 

e.ş.

:o)

"ahenk küçük şeylerin büyümesini sağlar, ahenksizlik ise büyük şeylerin yok olmasına neden olur" sallust

önce herşeyi başlatan küçük bir adımdı,
görmezden gelecek kadar küçük..
ama büyük bi umutla atılmıştı,
saklanamayacak kadar büyük.. 
ve herşeyi yoktan var eden,
ahenk..
bir benzerimden daha çok ne çekebilirdi ki beni..
ve farklılığın farkındalığından daha çok ne savurup atabilirdi uzağa beni..

21 Aralık 2010 Salı

teşekkür...


içinde bulunduğum fiziksel dünyanın ışıklarının gözümü aldığını farkettiğimden beri, beni asıl olmam gerekenden ayırdığını farkettiğimden beri, aslımın peşinde dolaşıp duruyorum..suskunluğum bu yüzden, sesim kendime bile yabancı gelmeye başladı artık..dışardaki gevezeliğim sadece bir yanılsamadan ibaret....ama sanmayınki herşeyden elini eteğini çekmiş şekilde dibe vurmuş yaşıyorum..ah görseydiniz fönlü saçlarımı, kılık kıyafetimi, beni.. bunları benim ojeli parmaklarımın yazabileceği aklınızdan bile geçmezdi..bu da benim tebdili kıyafetim :))

kişisel kurtuluşumun peşindeyim etrafımdaki dünyaya karşı yerine getirmem gerekenleri göz ardı etmeden..o tarafı pas geçmeyi denediğimde bana depresyonda olduğumu falan söylediler...aklımı başıma toplamam gerektiğini..o kadar başında ki aklım oysa :)) içerdeki ışık gözlerimi kamaştırırken dışarının sahte pırıltısı ile avunmamı söylediler..yani tam olmasa da böyle bişiler..ellerinde birkaç kitap ve bir kutu ilaçla elbette bu kadar edebi değildiler :))

ne mi yaptım..herşeyi bir bir yoluna koydum..önümdeki tüm hedeflere ulaştım..kendime 'çeki düzen' verdim..böylece onlara, beni kendine benzetmeye çalışanlara, çiğneyip öğütebilecekleri kadar malzeme verdim..herşeyin yolunda gittiğini görünce 'ben'i rahat bıraktılar..

bunu farkettiğim anda kendimi ikiye ayırdım, ikiyüzlü oldum :)) biri herkesin bildiği (I), biri hiç bir 'gerçek insan'ın bilmediği(me).. tesadüfen(!) karşıma çıkan bir blog yüzünden yeniden yazmaya başladım, o çok özlediğim sesimi yeniden duyar oldum..

işte sonunda kaldım 'ben' le başbaşa..ne çok özlemişim..kendimin farkında olmayı..kitapların içinde kaybolup gitmeyi, notalara asılıp dolaşmayı, bir kalemin ucundan çiziktirdiğim karalamaları..ne çok özlemişim kendimi ve sahtelikten uzak insanlarla iki çift laf etmeyi, paylaşmayı, çoğalmayı..

çok kıymet verdiğim yorumları ile çevremi sarıp sarmalayan, yavaş yavaş beni bana geri veren, aslında hiçbiri 'gerçek olmayan' ama hepsi son derece sahici sizlere..henüz bir elin parmaklarını geçmiş sizlere; crazywomenrosemary, deepblueeagle, pınar, monclementier, francesca mckennitt, içsel konuşmaların dışa vurumu..

hepinize çok teşekkür ediyorum..
 
I&Me

20 Aralık 2010 Pazartesi


penceremin tam karşısındaki ağaç tüm yapraklarını dökmüş, iyimi..ben farkına bile varmadan hemde..sanırım süreki ona bakıp düşünmemden oldu..yüküm, ona ağır geldi..

hem ona, hemde bana kış geldi..

toparlanıp içine dönme, kendine bi çeki düzen verme, içerdeki tozu toprağı temizleme zamanı..kendini temize çekme zamanı..kalabalıkta yaşayabilmek için kapalı tuttuğum gözlerimi aralama, kendimi görme zamanı..

tüm o fırtınanın ortasında, sessizliğin zamanı..sessizleşip elimi eteğimi çektikçe etraftan, toparlandıkça ortama doğru..gökyüzümden yeryüzüme inme, tek bir noktada yoğunlaşıp kendi içime akma zamanı..

'antagonist'le şöyle bi selamlaşıp peşine takılmak; eksik, gedik, aksayan, tozlu , paslı her ne varsa gözden geçirmek gerek..

bunu başka kimle yapar insan..ancak 'parmakuçları' ile..

yazar..
yüzeşir...

kimseye söylenemeyecek..söylense bile kimsenin aklının ermeyeceği, yüreğinin yetmeyeceği..umudun çoktan kesildiği, yalnızlığın kanıksanıp kabullendiği 'o' yerde, kendime en yakın durduğum, dokunduğum parmakuçlarımda..

en büyük düşmanım..en büyük müttefikim..sevgili antagonistim..

işte yine ben geldim..



18 Aralık 2010 Cumartesi


antagonistim için burdayım.. parmak uçlarımda yaşayan o çok bilmişden neler çektiğimi bir ben bilirim..hem yeryüzü cennetim, hem cehennemim olur kendisi..her şeye bir cevabı olurmu ya, her duruma bir çözümü..her yaram için bir ilacı, her şakam için bir gülüşü.. 

kendimi aptal gibi hissetmeme neden olacak kadar zekice cümleler kurarmı parmakuçları insanın.. 

herşey yolunda-gibi-görünürken tutup beni en dipsiz uçurumlara itiyor ve o kör gözlerimi şaşkınlıkla açmama sebep oluyor..sonra tamda nefesim kesilmişken yine bana elini uzaten tek kişi o oluyor..

beni herkesten, beni benden, beni kendinden de iyi tanıyor..aslında biliyorum o içimde yaşayan sevimsiz şey hem en büyük düşmanım..ama en büyük sevgilim..

tüm insanlarda bir parçasını arayıp durduğum şey aslında sadece parmak uçlarımda yaşayan sevgili antagonistim..

17 Aralık 2010 Cuma

burası da şeytanın bile bilmediği 100.sırrım :))

"Kadınların 100 sırrı varsa eğer. Bunun 99'unu erkekler bilir; ama 100.sünü şeytan bile bilemez".

Huxley

Yüzyıllar önce yüzyıl uyuyan bir prenses varmış ,bir büyücünün zulmünün esaretinde kimbilir belki olabilecek bir uyanışı beklemiş yüzyıl boyunca.

İşte o masal;

Her masalın ,her söylencenin uzun uykusunda bir uyanma vakti vardır.Ve o gelmeden girişilen her eylem bir serüven yalnızlığı olarak kalır.Öyle anılır.
Ve yüzyıl sonra vadesi erişip bir prens çıkmış ortaya.Masalın ve yüzyılın kendisine verdiği bu görevi seve seve üstlenmiş; zaten uyuyan güzel hakkında yüzyıldır söylenegelenlerin etkisinde daha onu görmeden deliler gibi tutulmuş ona.Kendisine verilmiş misyona mı,uyuyan güzele mi aşık olduğunu ayıredemeyecek kadar toymuş o zamanlar. Böylelikle hayranlığın ,sevginin,sevdanın,aşkın,cinselliğin ve beraberliğin bir kulak dolgunluğu olduğunu birkez daha görüyoruz "Bizim"sandığımız birçok duygunun,düşüncenin,değerin ve doğrunun içimize usul usul işlenmiş bir kulak dolgunluğu olduğunu...
Ve prens dudaklarında yüzyıldır beklettiği öpücüğüyle birlikte saraya doğru
yollandı.
Masalına kahraman olma zamanı gelmişti.

Prensesin odasına geldi.Prenses uykusunun içersinde batık bir gemi gibi gizemliydi.Uykusuyla bütünlenmiş güzelliğine,efsanesinin güzelleştirdiği yüzüne uzun uzun baktı Prens. Çok uzaktan ,çok uzaklardan,tam yüzyıl sonrasından baktı.
Sonra kararını verdi:
Aradan yüzyıl geçse de uyandırmayacaktı onu.
O gün gelse de.
Uyandırdığında bu sevdanın,bu büyünün,bu tılsımın bozulacağını biliyordu çünkü; bir bakış,birkaç söz,bir dokunuş herşeyi bozacaktı.Sevmek suskunluktu, sevmek kesin sessizlikti,sevmek uzaklıktı,sevmek dokunamamak,erişememek, sevişememekti.
Ya da yüzyıldır böyle öğretilmişti sevmek.

Gözlerini açar açmaz ,yüzyıldır gördüğü düşlerin anımsayamadıklarından ve o düşlerin tümünden,sızıya benzer bir duygu olacaktı kalakalmış olan. Biliyordu bu sızı hep olacaktı.Kaldı ki,o düşlerin tümüne eğemen olan ortak motifler,zaman zaman,yani yaşadıkça;yaşamını,ilişkilerini yoklayacaktı elbet. O düşlerin tümü anımsanmak içindi.Sonsuz bir anımsayıştı herşey;anımsayış ve unutuş.Ömrünün bundan sonrası düşlerinde gördüklerini yaşamakla geçecekti.İnsan uzun uykulardan sonra yalvaç bir yalnızlığa uyanıyor.

Aradan yüzyıl geçtikten sonra hiçbir uyanış mutlu olamaz.

Benim için artık çok geç kalmış bir sevgi bu,ben seversem yüzyıl öncesinin sevgisiyle seveceğim,o severse, beni üzerinden yüzyıl geçmiş bir sevgiyle sevecek.Aramızda kaç takvimin uzaklığı duruyor.Bir öpücük,yalnızca bir öpücük bu uzaklığı kapatmaya yeter mi?
Sevgi,
Zehirli bir düşün,büyülü sözcüğü...
Öte yandan sevmek göze almaktı,sonuna dek gitmekti,gidebilmek yürekliliğiydi. Biliyordu prenses uykusundan uyandığında,ya da uyanır uyanmaz onu eskisi kadar sevmeyecekti.Çünkü sevmek sessiz ve tek başına bir şeydi.Sevmek yalnızlıktır.Onu eskisi kadar sevemeyeceğinden korkuyordu.Onu uyandırmaktan korkuyordu.
Eskisi kadar sevemeyecekti,belki de hiç sevemeyecekti.Çünkü arada o orman, o karanlık,o geçit vermez,o giz olmayacaktı artık.İşte odasında duruyordu.
Duman inceliğinde bir boşluk dolanıyordu yüreğini.

Arada ne ormanın, ne de yüzyılın karanlığı olmadan onu nasıl sevebilirdi? Bu kadar büyük sorumluluğu yüklenebilirmiydi? Sevmenin zahmetini,birlikte omuzlanacak olan zahmeti yüklenebilir miydi?

Paylaşmaya,tartışmaya,özveriye,anlayışa gereksinen iki kişilik ilişkiyi göğüsleyebilir,götürebilir miydi?
Sevmek imkansızlıktı.

Kendimizde beslediğimiz,kendimizde büyüttüğümüz,kendimizde saklı duran bir şeydir sevmek.O hep bizdedir,bizledir,usul usul biriktiririz onu,içimizde yığılı durur.Ve günün birinde ansızın karşımıza biri çıktığında sanırız ki içimizden boşalıveren bütün bu duyguları o taşımıştır bize.

Sevmek,kendi kendimizi büyülemektir; kendi kendimize yaptığımız büyü.
Oysa yeniden başlayacaktır arayışlar,pişmanlıklar,yanılgılar.Herşey
"tamamlanmak" içindir.Çoğu kez ölümün tamamlayıcı ellerine dek aynı umut, aynı arayış,aynı çırpınış ve aynı perişanlıkla sürükleniriz.
Gözümüz arkada kalmıştır.

Ansızın anladı ki uyuyan güzelin kendisini değil,masalını seviyordu Prens.

Masalın bittiği yerde hayat başlar...


M.M.

16 Aralık 2010 Perşembe

SESSİZLİK..

rastgele ilişki kurdun bugüne kadar, ve biriyle şekil olarak ilişki kurduğun zaman, binbir türlü saçma şey söyleyebilirsin çünkü hiçbir şeyin önemi yoktur, sadece vakit geçirmektesindir..

ama birini  kendine yakın hissettiğinde, yakınlık doğduğunda, söylediğin her kelime önem kazanır. o zaman kelimelerle kolayca oynayamazsın çünkü her şeyin bir önemi vardır. o yüzden, sessizlik boşlukları olur. insan başlangıçta kendini garip hisseder çünkü sessizliğe alışık değildir. bir şeyler söylenmesi gerektiğini düşünürsün, diğeri ne düşünür yoksa?

birine yakınlaştığında, sevginin herhangi bir türü doğduğunda, sessizlik gelir, ve söylenecek bir şey kalmaz. aslında gerçekte de söylenecek bir şey yoktur. hiçbir şey yoktur.sevgi ilişkisinde olmadığın insanlarla ilişki kurmak için, dil gereklidir. sevgi ilişkisinde olduğun insanlarla birlikteyken, dilsizlik gereklidir. bir yabancıyla, söylenecek çok şey vardır; dostlarınla, söylenecek hiçbir şey yoktur. ve sessizlik ağır gelir, çünkü buna alışık değilsindir.sessizliğin müziğini tanımıyorsun. ama o an sadece sessizlik işe yarar. dilin kaybolmaya başlaması bir eksiklik değildir..

 bundan sonra biriyle birlikteyken ve sözcüklerle iletişim kurmadığınızda, ve sen de kendini garip hissettiğinde, mutlu ol. sessiz kal ve o sessizliğin iletişim kurmasına izin ver. bu sessizliğin tadına var; hisset ve tadını çıkar. kısa zamanda anlayacaksın ki, onun kendi iletişimi var; daha büyük, daha yüksek, daha derin ve daha içten...

O.